Ana içeriğe atla

Tadında mı kalsaydı?

Ocean's Eleven, Ocean's Twelve, Ocean's Thirteen George Clooney ve Brad Pitt'in başrollerini paylaştığı bu çoğu kişilerce efsane sayılan üçlemeyi izledim geçen günlerde. Netflix sağolsun geçmişte ''bir ara izlerim ya'' diye düşünüp ertelediğim tüm filmleri toplayıp bir araya getirmiş, bana da denk gelmişken izleyeyim bari dedirtmişti. Üç filmi de birer gün ara ile izledim ve beğenmedim açıkçası. Ama bunda bu filmi bugün yani 2020'de izlememin bir etkisi var mı emin değilim. Çünkü üç filme de baktığınız zaman koca bir klişe izliyorsunuz. 2001-2007 arasında çekilen bu üçlemeye benzer o kadar soygun filmi var ki artık bu filmleri izlerken hangi sahnede ne olacağını ya da karakterin durumdan nasıl sıyrılacağını anlıyorsunuz. Filmimize gelince, filmin size yaptığı plot twisti daha başlamadan galiba bu iş buraya gidiyor diye düşünerek bırakın etkisini hissetmeyi filmden koparacak kadar etkiliyor sizi. Filmlerin seviyesi de ilk filmden son filme doğru devamlı bir düşüş içerisinde. Tüm klişelere rağmen eh işte diyerek bitirdiğim bu ilk filmden sonra fazla iyimser davranarak ikinci filmin daha iyi olabileceğini umarken ikinci filmin bana tek hissettirdiği şey ilk filmi çöpe atma hissini hissettirmesi oldu. İlk filmdeki büyük ''Bellagio'' soygununu, ilmek ilmek işlenen planların, yaşanan zorlukların ikinci filmde tamamen çöpe atılması. Yani o soygunu başaran insanlar bu kumarhane sahibi (Terry Benedict) 'nin peşlerine düşeceğini tahmin edemedi mi? Buna önlem alamadı mı? Hem böylesine soygun düzenleyip hem de eliyle konmuş gibi bulunmaları daha ilk 15 dakikada beni düşürdü, filmin sonunu tahmin ettirdi üstüne yine başarısız olan plot twist denemesi derken zaten az olan belki üçüncüsü iyidir düşüncesini iyice azaltmaya başlamıştı ki filmin sonunda gördüğümüz 3.filme açık kapı bırakan sahnenin ardından son filme dair hiç umudum kalmadı. Nitekim öyle de oldu bence serinin en kötü, en çok hikaye boşluğunun olduğu film üçüncü film. İkinci filmle aradaki bağlantı tamamen koparılmış motivasyonunu anlayamadığım soygun girişimi yani anlayamadığım demeyim de yeterince güçlü bir sebep değildi bence. Eh o kadar açık kapı bıraktık ikinci filmle de şuradan bağlayalım diye filme zoraki eklenmiş sahne, daha ilk kadraja girdiği andan itibaren anlaşılan düzmece polisler derken hadi bit artık gözüyle izledim tüm filmi. Üçlemeden çıkardığım sonuç ise ''gerek yoktu be ilk filmle tadında kalsaydı keşke'' oldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarifsiz duygular

Babamla Ankara’dan İstanbul’a 4 saat süren tren yolculuğunun ardından Pendik istasyonunda indik. Dolmuşla Kadıköy’e geçtik, saat henüz çok erkendi ama Kadıköy sokakları cıvıl cıvıldı. Manchester United'ı konuk edecekti bugün Fenerbahçe bu yüzden tüm kafeler barlar restoranlar sarı lacivertti. kaldırımlar son ses marş söyleyen formalı gençler ile yollar ise kornaya basan şoförler ile doluydu. Kadıköy de tam bir bayram havası vardı, besteleri kaydedip arkadaşlarıma yollayıp onları sinir ediyordum. Nazlı'nın Yeri'nde bir şeyler içerek maç saatinin gelmesini bekledik. Babam tribünden tanıştığı arkadaşlarıyla orada sohbet ederken ben bestelere eşlik edip telefonla video kaydediyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bir anda kadrolar girildi haberini aldık. Bu maçın başlamasına 1 saat kaldı demek ayni zamanda bir an önce kalkıp stada doğru yol almamız gerektiğinin habercisidir. Son yarım saat kala stada girdik tribünler yavaş yavaş doluyordu. Maçın benim için ayrı bir önemi va

Bi de Böyle Düşün

Bazen kaybederken de kazanırsın der Fatih Terim. Her kaybın sonu hüsran görünebilir ama belki de daha önemli kazançların kapısını aralamıştır, iyiki böyle oldu noktasına gelebilmek için o an kaybetmek gerekir belki de. Mesela 2005-06 sezonundan bir örnek vereyim. Youtube’da ‘’fitbolkolik’’ adında bir kanal var. Eski maçların görüntülerini paylaşıyor, son 20 yıla hatta daha da öncesine giden maçları bulabilmek mümkün, bu kanal sayesinde çocukluk dönemime denk gelen, çocuk aklıyla duygusuyla izlediğim, sadece hatıralarda kalan maçları 24 yaşındaki halimle tekrar izledim. Az önce değindiğim 2005/06 sezonunda Galatasaray Fenerbahçe’ye içerde dışarda kaybetmişti derbileri. Bi taraftar için en kötü olaylardan biridir ezeli rakibe kaybetmek. Ben de bu 2 maçı tekrar izledim izlerkende epey hayıflandım, ‘’ah o top gol olsa’’, ‘’ah Nobre’yi kaçırmasanız’’, ‘’nasıl atamamış bu golü’’ minvalinde hayıflanmalarla izlerken ‘’peki ya gol olsa ne olacaktı?’’ Diye düşünmeye başladım. O gün derbiyi kaybe

Deplasman da kapalı da

Takvim yapraklarından 19 Nisan 2018 ve Fenerbahçe deplasmanı için gidecek 2300 kartal yürekli güzel insanlardan birisi olarak sizlere paylaşacağım güzel bir deplasman hikayesi… Çarşamba’nın gelişi Salı gününden belli olur demişler, öncelikle bir öğrenci olarak bir maça gitmenin zorluklarına değinmek istiyorum. Günümüz deplasmanların da gidebilmek için aylar öncesinden para biriktirip o maça gidebilmek için sabırsızlıkla bekliyorduk. Okul da ucuz olsun diye patates dürüm yiyip, kız arkadaşınla buluşurken bir çay içmek, iş yerinde fazla mesaiye kalmak vs sırf ne için biliyor musunuz? Arkadaşlarınızla abilerinizle hep beraber o küçücük kafes gibi adlandırılan deplasmana gidebilmek için… 1 hafta öncesine dönelim oldukça gergin geçmesi beklenen maça yoğun bir talep olması ve çArşı grubu olarak o deplasmana 2300 kişi gidecek olmamız aslında biraz biz tribüncü insanları üzüyordu çünkü talep 12.000 üzeri neredeyse ve gelecek bilet altın gibi değerli dolar gibi yükselişte… Bilet fiyatları 150 t