Ana içeriğe atla

Geçmişteki Günlerden Bir Teselli

1-0 önde başlanan geceyi biber gazı ile bitirmek… 2010 yazı, kritik oyuncular maddi kazanç uğruna elden çıkarılırken yerleri doldurulamamış, kötü kadro yapılanması ile başlanmış sezona üstüne bir de adı sanı duyulmamış takıma elenip anamızın ligine dönmüştük. Daha kötü ne olabilir ki diye düşünürken bunun olabileceği ihtimalini bile düşünmüyorduk. Süper Lig’de sezon başlamış, o dönemlerde 15 yaşında taze bir liseli ergen olan ben ise her hafta bir umut ha düzeldi, ha düzelecek takım diye beklentiler içerisinde maçları izliyorum. Aslında izlemek denmez buna eziyet bir nevi çünkü. Daha ligin ilk devresi bitmeden şampiyonluğa mental olarak havlu atmışız üstüne bir de teselli ikramiyemiz olan Türkiye Kupası'na da veda ederek boşluğa düşmüş, daha kötü ne olabilir ki düşüncesindeyken gelecekten habersizdik. Neden büyük bir felaket olmuşcasına konuşuyorum çünkü bir taraftar için tuttuğunuz takımın ezeli rakibini yenememesi geceleri uyku kaçıracak seviyede kötü bir durumdur. Bu durumu üzerine kendi sahanızda öne geçtiğiniz maçta yenildiğinizi yaşadığınızı düşünün. Bitti mi? Hayır. Üstelik bu kendi sahanız aynı zamanda yeni açılmış olan stadyumunuz ve o kaybettiğiniz maç ezeli rakibinizle aranızdaki ilk maç. Düşünün kendi tarihinizde hatırlamak bile istemeyeceğiniz, her Galatasaraylının o gün yaşanmamış gibi davrandığı bir gece. Şahsen ben o maçın görüntülerini o geceden sonra bir daha görmedim, bakmadım hala da yaşanmamış gibi davranıyorum. 17 Mart gecesi ertesi akşamki maçın heyecanıyla zor uyumuştum, sabah okula atkı ile gitmiş akşamı beklemeye başlamıştım. Ee yeni stadyumda ilk Fener maçı, kötü geçen sezonu iyi hatırlamak, geçmişteki günlerden bir teselli ararken bakabileceğimiz bir resim diye düşündüğüm o akşam hiçte düşündüğüm gibi olmadı. Okuldan gelmiş apar topar formayı giymiş arkadaşlarımla buluşmuş, birlikte maçı beklemeye başlamıştık. Dediğim gibi o akşamki sonucu değil biz Galatasaraylılar, Fenerli arkadaşlar bile bir fantezi olarak ancak kurgulayabilirlerdi kafalarında, ki maçta öyle başlamıştı zaten. Baskılı, rakibi boğan, ‘’Ulan sezon başı böyle oynasanız şu an şampiyonluğa gidiyorduk’’ dedirten cinsten bir başlangıç olmuştu ve gol de gecikmemiş o sezona Fener’de başlayan, devre arası bize gelen Colin-Kazım tabelayı değiştirmişti. 1-0. İlk yarı bitmiş, her şey harika, Fenerli arkadaşlarımız pek sessiz, hani neredeyse ‘’futbol ne ya 22 kişi bir topun peşinde koşuyor ne saçma şey’’ moduna girmişler, bizler ise sadece maçı nasıl kazanacağız acaba, kaç tane daha atarız, acaba farka gidebilir miyiz minvalinde ütopik hayallerle ikinci yarıyı bekliyorduk. Sonra ikinci devreyi başlatan düdük sesi ile birlikte yavaş yavaş temposu düşen bir Galatasaray görmeye başladık. Hala maçın hakimiyeti bizde ama ilk yarıdaki rahatlık yoktu, bunu maçı izlediğimiz yerden bile hissedebiliyorduk, Fenerli arkadaşlar yavaşça futbolu tekrar mantıklı bulmaya başlıyor ve artık ütopik hayaller yerini yavaşça felaket senaryolarına bırakıyordu. Lucas Neill’ın eline çarpan top sonucu duran top kazanan Fenerbahçe Semih ile 1-1’i buluyor bizler için gece gerçek anlamında felakete sürükleniyordu. Artık kontrol tamamen kaybedilmiş, ipler rakibe geçmiş telaşla, aceleyle rakibe saldırıp 2.golü arayan Galatasaray’da kenardan da katkı gelmiyor, Hagi maçın en iyisi Kazım’ı yoruldu gerekçesiyle oyundan alıp sakatlıktan yeni çıkmış formsuz Kewell’ı oyuna alıyor, ben ise bu değişiklikle filmin nereye gidebileceğini ilk kez o an tam anlamıyla hissedebiliyordum. Nitekim ilk yarıdaki kompakt, dominant futbol gitmiş yerine sahada paldır küldür ikinci kez üstünlük sayısını arayan bir Galatasaray gelmişti. Sonra ise o kaçınılmaz son geldi, sağdan gelen ortaya yükselen Alex skoru 1-2 ye getirirken hayatımda hala anımsadığım, çok nadir denk geldiğim boşluk hissine kapıldım. Bomboş bakıyorduk ekrana, yarım saat önce futbolun mantıksızlığını düşünen arkadaşlarım sarsıyordu beni, ilk golde ki halimizin intikamını alıyorlardı bizden. O esnada atılan biber gazı döndürdü bizleri hayata bir bakıma o anki psikolojik baskıdan da kurtarmış oldu bizi, kendimizi telaşla sokağa atmış ortalık yatışınca evlerimize dağılmıştık. Berbat bir geceyi daha berbat hal gelmekten biber gazı ile kurtulmuş olmakta ilginç bir anı olmakla kaldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tadında mı kalsaydı?

Ocean's Eleven, Ocean's Twelve, Ocean's Thirteen George Clooney ve Brad Pitt'in başrollerini paylaştığı bu çoğu kişilerce efsane sayılan üçlemeyi izledim geçen günlerde. Netflix sağolsun geçmişte ''bir ara izlerim ya'' diye düşünüp ertelediğim tüm filmleri toplayıp bir araya getirmiş, bana da denk gelmişken izleyeyim bari dedirtmişti. Üç filmi de birer gün ara ile izledim ve beğenmedim açıkçası. Ama bunda bu filmi bugün yani 2020'de izlememin bir etkisi var mı emin değilim. Çünkü üç filme de baktığınız zaman koca bir klişe izliyorsunuz. 2001-2007 arasında çekilen bu üçlemeye benzer o kadar soygun filmi var ki artık bu filmleri izlerken hangi sahnede ne olacağını ya da karakterin durumdan nasıl sıyrılacağını anlıyorsunuz. Filmimize gelince, filmin size yaptığı plot twisti daha başlamadan galiba bu iş buraya gidiyor diye düşünerek bırakın etkisini hissetmeyi filmden koparacak kadar etkiliyor sizi. Filmlerin seviyesi de ilk filmden son filme doğru deva

Tarifsiz duygular

Babamla Ankara’dan İstanbul’a 4 saat süren tren yolculuğunun ardından Pendik istasyonunda indik. Dolmuşla Kadıköy’e geçtik, saat henüz çok erkendi ama Kadıköy sokakları cıvıl cıvıldı. Manchester United'ı konuk edecekti bugün Fenerbahçe bu yüzden tüm kafeler barlar restoranlar sarı lacivertti. kaldırımlar son ses marş söyleyen formalı gençler ile yollar ise kornaya basan şoförler ile doluydu. Kadıköy de tam bir bayram havası vardı, besteleri kaydedip arkadaşlarıma yollayıp onları sinir ediyordum. Nazlı'nın Yeri'nde bir şeyler içerek maç saatinin gelmesini bekledik. Babam tribünden tanıştığı arkadaşlarıyla orada sohbet ederken ben bestelere eşlik edip telefonla video kaydediyordum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bir anda kadrolar girildi haberini aldık. Bu maçın başlamasına 1 saat kaldı demek ayni zamanda bir an önce kalkıp stada doğru yol almamız gerektiğinin habercisidir. Son yarım saat kala stada girdik tribünler yavaş yavaş doluyordu. Maçın benim için ayrı bir önemi va